TARİHÇE

İLK ÇAĞ DÖNEMİ
Ateşin bulunmasından önce, Sakarya Irmağı'ndan, Porsuk Irmağı'na kadar uzanan bölgede verimli ve ıssız topraklar vardı. Ateşin bulunmasından sonra insanlar, bu verimli ve zengin minerallerle dolu topraklara gelip yerleştiler. Yaşam, ilk önce mağaralarda, daha sonra mermerden yapılan evlerle oluşturulan kasabalarda sürdü.

Geçen zaman içinde, insanlar sulak araziyi işleyerek, yaşanacak şekilde düzenlediler ve burada çoğaldılar. Ancak bereketsiz topraklarda yaşayan diğer kavimler, yöreye doğru göç etmeye başladılar. Amaçları Sakarya'dan, Porsuk'a uzanan bu verimli topraklara ortak olacak bir yaşam kurmaktı. Bölgede barış içinde yaşayan insanlar, ilk defa saldırganlık ve savaşla tanıştılar. Yüzlerce, binlerce yıl savaştılar...

Zamanla hem dünya, hem de insanlık değişti ve bölgede savaş sona erdi. Gelecek için barış sağlandı. Ancak göç edenlerin sadece toprak ve su kullanmalarına izin verildi. Bu varlık mücadelesinde yeni olanaklar yaratıldı, keşifler yapıldı. Zengin maden kaynakları, atölyeler ve küçük fabrikalar kuruldu, kasabalar, köyler oluşturuldu. İlk insanların, günümüzden çok önce, bu bölgeye gelerek toprakların verimliliğinden ve zengin kaynaklardan yararlanmaları sonucunda, kısa sürede gelişerek şehirleşmesinden dolayı bu bölge, ESKİŞEHİR adını almıştır.

Eskişehir'in çevresindeki geniş alanı dolaşacak olursanız, insanlığın ilk çağlarına ait bazı eserlerle karşılaşırsınız. Eskişehir toprakları, Taş Devri' nden günümüze kadar binlerce kültürü yaşatmıştır. M.Ö.4000 yıllarında Eskişehir, nüfusun en yoğun olduğu bölge olarak kabul edilmiştir. Yapılan araştırmalarda, kasaba ve şehirler bulunmuştur. Ayrıca Asurlu tüccarların ticaret hayatını canlandırdıkları bir merkez olmuştur.

Eskişehir, Frigya'nın batı sınırı içindedir. Bu nedenle Frig Çağı, Eskişehir'in tarihinde önemli bir yer tutar.

Tüm çağların en zengin Kralı
Hititler, M.Ö. 14. yüzyılda Eskişehir merkezli büyük bir devlet kurmuşlardır. M.Ö. 12. yüzyılda Frigya Kralı, 600 yıl süren hükümdarlığını ilan etmiştir.

Tüm çağların en zengin kralı kimdir?
Frigya Kralı Midas... Bugün Eskişehir'in merkezi olarak bilinen yerin kralı, Midas'tı. Midas'ın tarihte ilk görünüşü, M.Ö. 700'lü yıllarda Delhi Mabet'ine hükümdarlık yapmasıyla başlar. Midas, Yunan Kralı Agamemnon'un kızıyla evlenir. Ardından uzak bölgelerdeki ticareti yönlendirmekle görevlendirilir. Böylece güçlenmeye ve zenginleşmeye başlar. Silenus'un (Baküs'ün üvey babası) ganimetlerini ele geçirir. Bunun üzerine tanrılar tarafından "dokunduğu her şeyin altına dönüşmesiyle" cezalandırılır. Önceleri Midas çok mutludur, ancak mutluluğu uzun sürmez. İlk olarak açlıkla karşı karşıya kalır, çünkü dokunduğu her şey altına dönüşmektedir. Ama en büyük üzüntüyü, çok sevdiği kızına sarıldığında, onun güzel bir altın külçesine dönüşmesiyle yaşar. Bu olay, onun içinde bulunduğu dehşet verici durumu daha iyi anlamasını sağlar. Büyük bir pişmanlıkla tanrılardan yardım diler. Onun bu yalvarışlarını duyan tanrılardan Dionysus, Midas'ı bu lanetten kurtarmak için kendisine ait olan Pantolus Irmağı'nda yüzmesine ve güneşlenmesine izin verir. O andan itibaren Pantolus Irmağı'nın alüvyonları altın olur. Fakat Midas'ın bu ırmağın neresinde yıkandığı bilinmemektedir. Burası henüz keşfedilmemiştir. Ancak Kral Midas tüm zamanların en zengin kralı olarak tarihteki yerini alır...

Midas hakkında halk arasında oldukça yaygın ikinci bir söylence bulunmaktadır: Buna göre Midas'a, Tanrı Apollo ve Satyr Marsyas (Silenus) arasında düzenlenecek müzik yarışmasında jüri üyesi olması teklif edilir. Midas, Satyr ve Apollo tarafından sürekli tehdit edilir. Yarışma sonunda Midas, kararını adaletli bir krala yakışır şekilde verir. Sonuçta Apollo yarışmayı kaybeder, çok öfkelenir ve Midas'ın kulaklarını "eşek kulağına" çevirir. Midas, kulaklarını bir şapkanın altında herkesten gizler. Fakat sonunda berberi görür ve Midas'ın isteği üzerine bu sırrı saklayacağına yemin eder. Ancak bir süre sonra berber bu sırrı içinde tutamaz ve sazlıklara haykırır. Rüzgarda sallanan sazlıklardan "Midas'ın kulakları eşek kulağıdır", sesleri duyulur. Böylece herkes Midas'ın sırrını öğrenir. Bu trajedi, Apollo'nun Midas'ı affetmesiyle son bulur. Apollo Midas'a eski kulaklarını geri verir. Böylece Midas, tarihin en popüler kralı olur.

Çağdaş Türk piyesi yazarlarından Güngör Dilmen, bu hikayeyi "Midas'ın Kulakları" adı altında oyun haline getirmiştir. Ayrıca, Ferit Tuzun tarafından aynı konuda "Kral Midas Operası" bestelenmiştir. Kral Midas, Eskişehir yöresinde ve Türkiye'de olduğu kadar, diğer ülkelerde de çok ünlüdür.

Arkeolojik araştırmalar, yöredeki ilk yerleşimin M.Ö. 3500 yıllarında, Şarhöyük çevresinde yoğunlaştığını göstermektedir. Kalkolitik ve Bakır Çağlarında (M.Ö. 3500-2500) nüfusun en yoğun olduğu bölgeler Porsuk-Seydi Su ve Sarısu Çaylarının kenarları olarak belirlenmiştir. Demirci Höyük'teki buluntular Eskişehir çevresinde tarih öncesi yerleşimin ve kültürün Erken Kalkolitik (M.Ö. 5500) Çağı'nda başladığını göstermektedir. Pek çok Anadolu Efsanesi Frigya'yı madenciliğin beşiği olarak gösteren kanıtlardır. Ayrıca Midas Şehri'nde (Yazılıkaya) yapılan diğer Kazılarda, yüzlerce yeni höyük tespit edilerek, bölgenin ilk çağlardan bu yana yaygın bir kültüre sahip olduğu saptanmıştır.

Yazılıkaya'da yapılan kazılarda tespit edilen höyüklerin büyük bir kısmında Hitit Çağına ait kültür belgeleri bulunmuştur. M.Ö. 1200 yıllarında, Anadolu'daki Hitit egemenliğine son vererek, geniş bir alana yayılan Frigler, Eskişehir Ovası, Sakarya Plehri kolları ile Ankara'nın doğu ve batı bölümlerini kapsayan bir krallık kurmuşlardır. Merkezi, Polatlı yakınındaki Gordion olan bu krallığın, güçlü bir siyasi yapısı olduğu görülmektedir. Bu tarihlerde kurulan Pessinus (Ballıhisar), Midaeum (Karahöyük), Dorylaeum (Eskişehir), Yazılıkaya (Midas) şehri gibi Frig şehirleri de Eskişehir'in il sınırları içindedir. Frigya tarihinin en bilinen kralları, Gordion ve Midas'tır. Kral Midas, Frigya İmparatorluğu'nu kurmuş ancak bu imparatorluk kısa ömürlü olmuştur. (M.Ö. 725-675)

Kafkasya üstünden gelen Kimmerler, 7. yüzyılın ilk yarısında, Frigya egemenliğine son vermiştir. Frig Çağı'ndaki bu şehirler, Kimmer istilaları sırasında yakılıp yıkıldıktan sonra, gücünü arttırmış olan Lidya Kralı Kroizos'un egemenliği altına girmiştir. Tarihçilere göre Midas, Kimmer akınına karşı koyamadığı için kendini öldürmüştür (M.Ö. 546-333).

Büyük İskender'in, Anadolu'ya girdikten sonra, Gronikos Savaşı'nda (M.Ö. 334) zafer kazanmasıyla, Frigya bu kez de Büyük İskender'in egemenliği altına girdi. İskender, önce Pessinus ve Gordion'u ele geçirdi. Aynı zamanda Frigya'ya Helenizm Çağı ve kültürü taşınmış oldu. Bu arada Frigya'ya Grekler yerleştiler. Pessinus'ta yapılan kazılarda Frig Tanrıçası Kibele'ye ithaf edilen mabed, tiyatro ve bir çok mimari yapı ortaya çıkartılmıştır. Frigler'in dini, Anadolu'nun çok eski bir tapımı olan Ana Tanrıça Kibele'ye bağlıdır.

Büyük İskender'in ölümünden sonra Frigya, Galatlar'ın sürekli akınlarına uğramıştır. Ardından Romalıların idaresine geçmiştir. En parlak dönemini ise, Romalıların egemenliği altında olduğu yıllarda yaşamıştır.

Eskişehir'in güneybatısına giderseniz, Midas şehrine, bugünkü adıyla YAZILIKAYA'ya ulaşırsınız. Buradaki kalıntılar, ilginizi ve hayranlığınızı eski medeniyetler üzerine toplayacaktır.

Midas Kenti: Yazılıkaya
Yazılıkaya'nın Eskişehir'e uzaklığı 80 km kadardır. Bu köye, Eskişehir'in güneydoğusundaki Çifteler İlçesi'nden gidilebilir. Buradan ayrılan yol Mecidiye, Bardakçı, Karaağaç ve Kayı üzerinden Yazılıkaya'ya ulaşır. Ayrıca Seyitgazi ve Afyonkarahisar ya da Emirdağ üzerinden de Yazılıkaya'ya gidilebilir.

Yüksekliği 1315 metre olan Yazılıkaya Köyü'nün kuzeyinde Eskişehir, batısında Kütahya, güneyinde Afyonkarahisar ve kuzeydoğusunda Seyitgazi bulunmaktadır. Yeri tam olarak "Frigya Yaylası" üzerindedir. Yüksekliği batıda, bazı yerlerde Türkmen Dağı'na ulaşır. Bu yükselti nedeniyle havası oldukça temizdir ve Frigya devrinde "Phrygia Salutaris" ya da "Sağlıklı Frigya" adıyla anılmıştır.

Yazılıkaya Köyü, Akropol'ün eteğinde kurulmuştur. Köyün üstündeki büyük Midas Anıtı, ilk bakışta göze çarpar. Midas Anıtı özellikle Frigya tarihi bakımından oldukça önemlidir. Ancak 19. yüzyıla değin bu anıttan fazla söz edilmemiştir. İlk olarak, 1800'lü yıllarda buradan geçen İngiliz subayı W.M. Leake tarafından keşfedilmiştir. Eskişehir üstünden Seyitgazi'ye, oradan da Hüsrev Paşa'ya ulaştıklarında, Kayaya oyulmuş, üstü yazılı anıtları gördüğünü belirtmektedir. Daha sonra tekrar gelerek anıtların üzerindeki yazıtları inceler ve yazıtlarda "Midas" adını gördüğü için anıta "Midas'ın Mezarı" adını verir. Bu gezi notlarını W. Leake 1824 yılında yayınlar. Onun ardından Charles Texier bölgeye gelerek üç kaya yüzeyini ve yazıtları kopya ederek, bu konudaki ilk gerçeğe uygun bilgileri yayınlar. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Anadolu'daki arkeolojik anıtlar üzerinde yapılan incelemeler artar. 1886 ve 1893 yılları arasında bu bölgeye gelmiş olan arkeolog Radet, Midas anıtının hemen altındaki yere Yazılıkaya Köyü'nün kurulmuş olduğunu bulur.

Bugün de görüleceği gibi Yazılıkaya Köyü'nün hemen üstünde antik şehir Akropol'ün kuzeydoğu cephesinde, püskürük bir kaya üzerinde Midas Anıtı, Akropol'ü çevreleyen sur duvarları, yeraltı merdivenleri, mezarlar, sunaklar, bitmemiş anıt ve çeşme bulunur.

Midas Anıtı tüf üstüne oyulmuş, yaklaşık 400 m2'lik bir alanı kapsayan dikdörtgen şeklinde Frig sanatının özelliklerini taşıyan, geometrik meandr motifleriyle süslü bir yüzeydir.

Anıt, fazla tahrip olmadan günümüze kadar gelmiştir, ancak anıtın alınlık bölümünde yaklaşık 2 m. genişliğinde bir çatlak bulunmaktadır. Anıtın ortasında yüzeyin mihveri üzerinde 5.5 metre genişliğinde ve 1,44 m. derinliğinde bir girinti (niş) yer alır. Anıtın ortasındaki bu girintiden dolayı bir mezar anıtı olduğu düşünülmüştür. Ancak bir mezar olacak büyüklükte de değildir. Midas Anıtı, Frigya'daki diğer kaya anıtları gibi, Kibele (Ana Tanrıça) heykeli koymak amacıyla yapılmıştır. Prof. A. Gabriel burada büyük bir olasılıkla bronz bir heykel bulunduğunu ve bunun yine metal tutturucularla kayaya tespit edilmiş olduğunu ileri sürer. Daha sonraki çağlarda (Hristiyanlık Çağı'nda) bu heykel çalınmış ve şimdiye kadar izine rastlanmamıştır. Anıtın üzerinde henüz çözülmemiş üç yazıt bulunur.

Yazılıkaya üzerindeki Frig yazısı, M.Ö. 6. yüzyılda Örekliler tarafından terk edilen eski Arkaik Grek yazısını andırmaktadır.

Küçük Yazılıkaya
Midas Anıtı'nın 210 metre güneybatısında, kaya üzerine işlenmiş ikinci bir anıttır. Anıtın üst kısmı oyulmuş, fakat alt kısmı işlenilmeden bırakılmıştır. Küçük Yazılıkaya Anıtı ile Midas Anıtı arasında oldukça benzer yanlar bulunmaktadır. Anıtın üst kısmındaki alınlık iyi durumdadır. Çam kozalakları ve palmet motifleriyle süslenmiştir. Yüksekliği genişliğinden azdır. Anıtın dip kısmında dikdörtgen şeklinde iki girinti bulunmaktadır. Bu girintilerin üzerinde ancak gün ışığında seçilebilen, hayvan başına benzer figürler göze çarpmaktadır.

Yazısı tam olarak çözümlenemediği için bütün gizini saklayan, Midas Yazılıkayası, bugün Eskişehir merkezine yaklaşık iki saat uzaklıktadır. Güç koşullara karşın buraya gelen araştırmacılar, arkeologlar ve kazı heyetleri; resimler, fotoğraflar, yazılar ile bu ölümsüz anıtları dünyaya tanıtmışlardır. Bu büyük hazineyi benimsemek ve korumak Eskişehirliler'in en kutsal görevlerinden biri olmalıdır.

Dorlion
Antik Çağ' da, bu bölgede Latince "Dorylaeum" ya da Grekçe "Dorylaion" adıyla ünlenen bir kent bulunmaktaydı. Bugün Eskişehir'de, Antik Dorylaion olabilecek üç ayrı yerin varlığından söz edilir. Bunlardan biri Karacaşehir, diğeri Şarhöyük ve Yukarımahalle, Hamamlar ya da Körübaşı olarak bilinen yerlerdir.

Karacaşehir, Porsuk'un sağ kıyısında, Eskişehir'in 8 km güneybatısında bulunmaktadır. Şarhöyük, Eskişehir'in kuzeyinde Bozdağ' ın önündeki bir ovadan 12 m. kadar yüksekliktedir. "Şar" sözcüğünün anlamı ise " şehir " dir.

Üçüncü konum, endüstrileşmeden önceki çıplak Eskişehir olarak adlandırabileceğimiz, Porsuk suyunun iki kıyısında kurulan şehirdir. Bu bölge M.S. 395 yılında Bizanslıların egemenliği altında bulunan ve nüfusun yoğun olduğu merkezlerden oluşan bir şehirdir.

19. yy.'in sonlarında Eskişehir'de yapılan inceleme ve araştırmaların sonucunda M.S.3. yüzyıla yani Augustus Çağı' n-dan Caracalla Çağı' na kadar uzanan ve Dorylaion hakkında bilgi veren bazı yazıtlar bulunmuştur. Bu yazıtlardan, 1893'te Eskişehir'de Hacı Mahmut Bey Han'ında bulunan bir heykel kaidesinin üzerinde şehrin kurucusu "Erythrai'lı Dorylaous" adı geçmektedir. Şarhöyük'te çıkarılan başka bir yazıt ise "Herakles soyundan Akamantıon Dorylaos"a ithaf edilmiştir.

Akamas, Yunan mitolojisinde söz konusu Kral Theseus'un oğludur. Anadolu'da ve özellikle Frigya'da pek çok şehrin kurucusudur. Kahraman olarak adlandırılmaktadır.

Dorylaeum kentindeki yazıtlara göre, kurucu olarak, Akamas ile birlikte Dorylaos'un adı da geçmektedir. Bu isimlerin M.S. 2. y.y'a ait yazıtlarda geçmesi araştırmacıların bu konuda bazı farklı yorumlarda bulunmasına neden olmaktadır. Antonin'ler Çağı'nda, Roma şehirlerinde, eski Helen geleneklerini yaşatmak ve Yunan epik şiirlerinde söz konusu efsanevi kahramanların adlarını, şehir adlarıyla beraber anma özelliği, bu yorumların en önemlilerinden biridir.

Günümüzde olduğu gibi Roma Çağı'nda da terhis tezkeresi üzerinde askerin memleketinin adı yazılıdır. Asker Attikos, "Akamantia Doryeo"Iudur. Yani Anadolu'daki Dorylaion şehrinden... Arkeolojik araştırmaların, nerelerden neler çıkardığını, ülkeler ve çağlar arasında nasıl bağlantılar kurduğunu göstermesi bakımından, bu Dobruca terhis tezkeresi gerçekten ilginç bir belgedir.

1893 yılı araştırma sonuçlarına göre, bu yörede en çok adak adanan ve saygı gösterilen tanrı, Zeus'tur (Göğü gürleten Zeus). Yabancı tanrı ve tanrıçalar olarak "Jüpiter Capitolinus" adına düzenlenen belgeler bulunmuştur. Yine bir adak taşı üzerinde, Suriye'li Ana Tannça'nın adı geçmektedir. En büyük tanrı yazıtının, Yahudi ya da Bizans tapınımlarına ait olduğu konusunda kesin bir bilgi yoktur.

Ayrıca yörede Frigyalılar'ın dinsel kurumları olan Bennos ile ilgili bir takım belgeler de bulunmuştur.

Bu bölge, artık çok sayıdaki ünlü hamamları ve sıcak mineral suları ile insanların günlük streslerinden uzaklaşmalarına yardımcı olan bir dinlence merkezi durumundadır. Eğer siz de, streslerinizden uzaklaşmak ve şifa bulmak istiyorsanız bu sularda biraz dinlenebilir, hatta bir zamanlar bu sularda yıkanan Bizans İmparatoru Justinian'ın anılarını da, sıcak su buharıyla birlikte içinize çekebilirsiniz.

Kimler bu sularda yıkanmadı ki?.. 13. yüzyılda küçük bir imparatorluğun başı olan ve daha sonra Eskişehir ve Anadolu'da tarihe yeni bir sayfa açan Osman Bey de bu sularda yıkanan tarihî isimlerden biridir. Özellikle onun döneminde Eskişehir, mineral suları ve hamamlarıyla tanınan, önemli bir yerleşim merkezi, Anadolu kasabası haline gelmiştir.

Pessinus
Eski çağların ünlü kenti Pessinus'un kalıntıları Sivrihisar yakınında, Ankara-Eskişehir karayolu üzerinde, bugünkü Ballıhisar yöresinde bulunmaktadır. Burası Hititler tarafından Kubebe ya da Kubaba olarak söz edilen "Tanrıların Anası" Kibele'nin, ünlü tapınağının bulunduğu Frigya Devleti'ne aitti. Kibele, Kybele, Kübele ya da Fransızca yazımı Cybele'nin ve Türkçe'de okunuşu Sibel'dir. Diğer isimleri ise; Dindymene, Agdistis veya Magna Mater'dir. Ana Tanrıça'nın heykeli, bir inanışa göre, gökten düşen siyah bir taştır. Bu nedenle "Kara Taş" adıyla da anılır.

Pessinus, zamanın en büyük ticaret merkeziydi. Bu devirde rahipler aynı zamanda hükümdardı. Pessinus, daha sonraki yıllarda ticaret merkezi olarak, varlığını sürdürmesine rağmen rahiplerin yetkileri oldukça azaldı. Tarih dönemleri içinde Pessinus, diğer Frigya kentleri gibi Lidya ve Pers egemenlikleri altında kaldı. Helenizm Çağı'nda bu bölgeyi istila eden Galatlar, Pessinus' u başkentleri konumuna getirdiler.

Bergama Krallığı döneminde, rahipler tarafından yönetilen bağımsız bir prenslik olan Pessinus,Roma ile Kartaca arasında süren Pun savaşları sırasında oldukça zarar gördü.

M.Ö. 205 yılında Roma Senatosu, Pun Savaşları'nın sonucunu öğrenmek için Sibil kehanet kitaplarına başvururdu. Kehanete göre; düşmanı Roma topraklarından çıkarmak için, Ana Tanrıça Kibele'yi Roma'ya getirmek gerekmektedir. Bunun üzerine Roma Senatosu, Bergama Kralı Attolos'a elçiler göndererek Ana Tanrıça'yı Roma'ya getirtir. Ana Tanrıça, Patinus Tepesi'ne yerleştirilir. 12 yıl sonra kendisi için burada özel bir tapınak yaptırılır. Ayrıca her yıl, nisan ayının altıncı günü Frigyalı bir tanrıçayı ve tanrıyı kentte gezdirerek, halktan sadaka toplarlar. 204 yılında Kartacahlar'a karşı büyük zaferler kazanılır ve 203 yılında kesin zaferle savaş noktalanır.

Pessinus,Bergama Krallığı döneminde en parlak devrini yaşamıştır. Ayrıca yine bu dönemde, günümüze kadar ulaşan tapınak ve sanat eserleri oluşturulmuştur.

Ana Tanrıça Kibele
Ana Tanrıça Kibele, ismini, Kybelon Dağı'ndan almıştır. Ana Tanrıça hakkında pek çok efsane bulunmaktadır. Bunlardan biri de şöyledir:

"Ana Tanrıça, Pessinus yakınlarında koyunlarını otlatan, Ates ya da Attis adındaki bir delikanlıya aşık olur. Attis, Tanrıça uğruna, bir kaya üzerinde erkekliğini kurban eder ve bunun sonucunda ölür. Ancak ilkbaharda Kibele'nin gözyaşlarıyla tekrar dirilir. Bu yeniden dirilişi yaşatmak için, kendileri de hadım olan Pessinus Tapınağı rahipleri Galloslar büyük tören düzenlerler. 22 Mart'ta, Atis'in altında erkekliğini feda ettiği çam ağacından kesilmiş bir dalı, tapınağa getirirler. Bütün dindaşlar ve rahipler, matem içinde göğüslerini döverler, çam kozalakları ile her yerlerini kanatırlar. Bir yandan müzik eşliğinde Galloslar Tapınağın mihrabı çevresinde kendilerini kaybedinceye kadar dönerler. Bazen, vecde gelmiş olan biri, taş bir bıçakla, mihrabın üstünde erkekliğini keser ve Gallos olup Ana Tanrıça ile birleşmiş olur. 25 Mart'ta, Başrahip "Archigallos" birdenbire bütün lambaları yaktırır. Attis tekrar dirilmiştir. Çocuklar ve genç kızlar beyaz elbiseler giyerler. Coşkun bir bayram başlar."

Muhteşem Gordion
Porsuk Irmağı'ndan güneye doğru inildiğinde, Porsuk ve Sakarya Irmakları birleşir ve sonra tekrar birbirlerinden ayrılır.İşte bu noktadaki şehir GORDION'dur.

Gordion, Frigya Devleti'nin başkentidir ve "İmparator Yolu" olarak bilinen kalıntılar üzerindeki en muhteşem duraktır. Bu ünlü şehir, doğuyla batıyı, Persiya ile Mezopotamya'yı birbirine bağlar. Ayrıca Gordion, dünyaca ünlü Büyük Alexander ve Gordion Kralı hakkında sayısız hikayelerin anlatıldığı şehirdir.

Arkeolojik kazılara göre; M.Ö. 3000 yıllarının sonlarında keşfedilen Oordion, zamanın önemli şehirlerinden biridir. Özellikle Frigyalılar'ın egemenliği altındayken, en parlak dönemini yaşamıştır.

Frigya Kralı' nı takip eden 600 yıl boyunca ise kötü bir dönem geçirmiştir. İstilalar ve savaşla, özellikle M.Ö. 18. yy'ın başlarında yoğunlaşmıştır. Sırasıyla Kimmerler, Lidler ve Persler, son olarak da Büyük Alexander'ın egemenliği altında kalmıştır.

Büyük Alexander ve ordusu, 2300 yıl kadar önce Gordion'dan geçerek, Asya yo-unu fethetmiştir. Ayrıca genç kral kılıcını vurarak, Gordion Kralı'na meydan okumuş ve bu şehrin yönetimini kendisine bırakmasını istemiştir.

Büyük Alexander'ın ölümünden sonra Gordion şehri yine büyük savaşlara sahne olmuştur. Bunun nedeni, şehrin konumuyla ilintilidir. Anadolu'yu kontrolleri altında tutmak isteyen pek çok komutan, ordularıyla birlikte Gordion şehrini istila etmeye çalışmıştır. Galatlar, ardından da M.Ö. 189 yılının sonlarında Romalılar bu bölgeyi ele geçirmiştir. Özellikle Romalılar, Gordion şehrini yeniden restore ederek, eski parlak günlerine dönmesini sağlamıştır. Uzun bir süre basit bir köy olarak ayakta kalmayı başaran Gordion, sonunda muhteşem bir şehir haline gelmiştir.

Bugünkü Gordion ise, kalıntılar arasındaki zengin bilgi kaynaklarıyla ışıklar saçan bir Anadolu tarihidir. Şehir merkezinde Frigya Kralları ve kraliyet ailesi üyelerine ait 80 mezar bulunmaktadır. Mezarların 25 tanesinde yapılan kazılarda 53 m. den, 300 m. ye kadar inilmiştir. Bu mezarlardan biri, 140 m.Iik bir tünel içindedir ve Kral Midas'a ait olduğu tahmin edilmektedir.

ORTA ÇAĞ DÖNEMİ
M. S. 395 yılında Roma'nın ikiye bölünmesiyle, Frigya, Bizans toprakları bölümünde kalmıştır. Eskişehir ve çevresindeki şehirler, bu dönemde eski önemlerini yitirmişlerdir. Sadece Pressinus ticaret yolu üzerinde bulunan Dorlion Kaplıcaları varlıklarını sürdürebilmiştir. Bizans topraklarını istila eden Arap orduları , Eskişehir yakınlarına kadar gelmişlerdir. 708 yılında Abbas Bin Velid ve 778 yılında Masan Bin Kataba burayı işgal etmiştir.

7. yy.'ın sonundan, 10. yy.'ın sonuna dek 300 yıl süren Bizans-Arap Savaşları bazı efsane ve destanların doğmasına neden olmuştur. Bunlardan en önemlisi Seyit Battal Gazi Destanı'dır. Seyit Battal Gazi Destanı'nın Bizanslılarca uyarlanmış şekli "Digenis Akritas"destanıdır.

Efsaneye göre Seyit Battal Gazi, Abbasi Halifeleri Mutasım ve Vathig zamanında yaşamıştır. Fakat dünyaya geleceği, Hz. Muhammed'e ölümünden önce Cebrail tarafından haber verilmiştir. Bu yüzden peygamberin bir adamı mağarada saklanarak 200 yıl bekler. Peygamberin sözünü yerine getirir ve Seyit Gazi'nin atı Aşkar Divzade'yi kendisine verir.

Başka bir efsaneye göre: Seyit Gazi'nin babası Malatya Sultanı'nın ordusunda kumandandır. Rumlar'a karşı yaptığı bir savaşta ölür. Seyit Battal on üç yaşına geldiğinde bütün İslam bilimlerini öğrenmiştir. Kılıç kullanmakta ve ata binmekte üstüne yoktur. Babasının intikamını almak üzere yola çıkar ve yirmi dört saat içinde düşman ordusunun kumandanını, kardeşini ve belli başlı on dört kumandanı daha öldürür. Hint'ten, Mağrib'e, zaferden zafere koşar ve yedi deniz ötesine kadar adı korku saçar.

Tanrı ona aynı zamanda doğa üstü güçler vermişti. Öyle bir sesi vardı ki, savaş meydanında bir kükredi mi yetmiş iki bin kâfir darmadağın olurdu.

Bir rivayete göre bir Rum Kalesi 'nin kumandanının kızı, Seyit Battal'a aşıktır. Bu kalenin kuşatılması sırasında bir gün Battal kırda uyurken, kumandanın kızı kaleden bakar ve babasına imparator tarafından gönderilen yardımı görür. Seyit Battal'ı uyandırmak üzere kâğıda birkaç satır yazar, bir taşa sarıp atar. Bu küçücük taş, kahramanın tam kalbine rastlar ve onu hemen öldürür. Bu kazada Allah'ın iradesi kendini göstermiştir. Yoksa bu kadar olağanüstü güçleri olan bir kahramanın, hiçbir düşman tarafından yenilmesi mümkün değildir.

Antik Çağ'da Nakoleia adıyla anılan Seyitgazi, o dönemde önemli bir kent durumundadır. Ancak Hristiyanlık Çağı'nda, kent eski gücünü yitirir ve Synnada Metropollüğü'ne bağlanır. 198 yılında ise tekrar "Metropollüğe" yükselir. 9. yy/dan sonra artık Nepoleia adına rastlanmaz. Bu arada Bizans eyaletlerine yayılan Selçuklular, 1074 yılında Frigya sınırına kadar gelirler. Daha sonra arka arkaya gelen akınlar nedeniyle Napoleia önemini kaybeder. Haçlıların 1079'da Napoliea üstünden, Anadolu'nun içlerine kadar girdikleri rivayet edilir.

1071 Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra doğudan gelen Türkler, 1074 yılında Eskişehir'i alırlar. Şehrin alınmasının ardından, doğudan gelen Türk boylarını durdurmak isteyen Manuel Kommenos, bunda başarılı olamayınca batıya doğru çekilmek durumunda kalır. Alparslan ve I. Kılıçarslan zamanında Eskişehir, Haçlı Orduları'nın geçiş yeri olmuştur. Eskişehir il merkezinde, bu çağa ait fazla bir eser yoktur.

YENİ VE YAKIN ÇAĞ DÖNEMİ
Eskişehir yöresi, Osmanlı İmparatorluğu'nun beşiği ve doğu seferleri yolu üstündeki önemli merkezlerinden biridir. Ertuğrul Gazi'nin ölümünün ardından, yerine oğlu Osman Bey geçer. Osman Bey, uçbeyi olduktan kısa bir süre sonra kuvvetlenerek 1298 yılında, önce Eskişehir'i, sonra İnönü, Seyitgazi ve Sivrihisar'ı topraklarına katar. Osman Bey'in Ahi Reisleri' nden Şeyh Edebali'nin kızı Malhatun ile evlenmesiyle, Eskişehir ve çevresi daha da kuvvetlenir. Osman Bey sağlığında fethetmiş olduğu toprakları yakınlarına bölüştürür. Buna göre, Eskişehir'i kardeşi Gündüzalp'in idaresine bırakır. Son araştırmalar; Sultan-Öyüğü İnönü yöresinin Osmanlı alanının dışında, Germiyanlar'a ait olduğunu göstermektedir.

14. yy. 'da, Orhan Bey döneminin sonlarına doğru, Sultanönü, Karamanoğulları' nın eline geçer. Orhan Bey'in oğlu I. Murat döneminde de burası, iki güç arasında sorun oluşturmaktadır. I.Murat tahta çıktığı zaman, Rumeli'ye bir sefer düzenlemeye karar verir. Bunu fırsat bilen Karamanoğulları; Varsaklar, Turgutlar, Türkmen Beyleri ve Sivas Bey'i ile I. Murat'a karşı birleşirler. Bunu öğrenen Sultan hemen Anadolu'ya döner. Onları yenerek Ankara'yı ele geçirir. Bu seferden dönerken de Sultanönü'nü 1363 yılında Karamanoğulları'nın elinden alır. Osmanlı sınırları, Karamanoğulları topraklarına, güneyde, Hamitoğulları Beyliği'nin kuzeyine dayanır. 1381 yılında Germiyan Beyi'nin kızı Devlet Hatun'un Şehzade Bayezit'le evlenmesiyle, Germiyan Beyliği topraklarının kuzeybatısı Osmanlılar'ın eline geçer.

Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında, özellikle savaşlarla ilgili eldeki kayıtlarda. Seyitgazi veya Sivrihisar'ın adına pek rastlanmamaktadır. Bunun nedeni, ilk yıllarda fetihlerin kuzey-batıya, Bizans'a doğru olmasındandır. Seyitgazi adı bu dönemde, sadece önemli bir Bektaşilik merkezi olarak anılmaktadır.

Sivrihisar ise, 14. yy.'ın ilk yarısında Karamanoğulları Beyliği'nin sınırları içindedir. I. Murat'ın Ankara seferinden sonra Osmanlı topraklarına katılmıştır.

1402 yılında Ankara Savaşı sırasın-da,Sultan Yıldırım Bayezit'in Timur Han'a yenilmesi üzerine Osmanlı egemenliğini yok etmek isteyen Timur, beylikleri yeniden güçlendirmek için diğer bir çok yer ile birlikte Sivrihisar'ı Karamanoğulları'na verir. Bir süre Timur'un karargâhını Sivrihisar'da kurduğu da söylenir. Yıldırım Bayezit'in ölümünden sonra Sivrihisar, yeniden Osmanlı egemenliğine geçer.

15. yy.'ın sonunda, II. Bayezit ile Cem Sultan arasındaki mücadele Eskişehir, yani Sultanönü yöresinde önemli olaylara neden olmuştur. 1481 yılında Bursa'ya giren Cem Sultan, orada II. Bayezit'in üzerine gönderdiği Ayaş Paşa'nın ordusunu bozguna uğratır. Bunun üzerine II. Bayezit, Bursa üzerine yürür ve Cem Sultan'ı yener. Cem Sultan önce Eskişehir'e, sonra Konya'ya kaçar. 1482 yılında Mısır'a gider.

16. yy.'ın Kanuni Döneminde, Eskişehir'in konumu dolayısıyla önem kazandığını görmekteyiz. 16. yy/da, Osmanlı İmparatorluğu'ndan günümüze kalan, ilginç bir belge bulunmaktadır. Bu belge,Kanuni Sultan Süleyman'ın İran Seferi'ne katılmış olan Matrakçı Nasuh'un pek çok yerleşim yerinin, resmini minyatür sanatını kullanarak yapmış olduğu, resim kitabıdır.

O çağlarda geometri, matematik, tarih, ordu, savaş taktikleri ve becerileri "MATRAK" adıyla anılırdı. Somut olarak günümüze kalan eserleri; iki matematik, altı tarih ve biri çeviri olmak üzere savaş-ordu hakkındaki kitaplardır. Kitaplarında anlattığı Osmanlı Ordusu ve savaş stratejilerinin yanı sıra, tanıtıcı bazı minyatür resimler de yer almaktadır.

Fatih'in ilk zamanlarına Kadar Eskişehir, Ankara Beyliği'ne bağlı bir sancak ve 1451-1831 yılları arasında Kütahya Beylerbeyliği'ne bağlı bir sancaktır. 1831-1841 yılları arasında da " Miralaylarla" idare edilen Eskişehir, 1841 yılında "Hüdavendigâr" (Bursa) eyaletine bağlanan bir şehir olmuştur. Eskişehir ancak 1925 yılında il olarak kendi kimliğini kazanmıştır.

Yakınçağda Eskişehir, özellikle demiryolunun, ekonomisinde yarattığı canlılığı yaşamaya başlamıştır. Tarım ürünlerini ve diğer hammaddeleri kolaylıkla taşıma olanağı doğmuştur. Ayrıca demiryolu yapımıyla başlayan endüstri etkinliği, burada yeni iş alanları yaratmıştır. Eskişehir'in 20. yy. başlarında, göçlerle nüfusu oldukça artmış, kentin görünümü ve toplumsal yapısı değişikliğe uğramıştır. 1905 yılında, Aşağı Mahalle'de çıkan büyük bir yangın sonucu, çarşı ve çevresi yanmış, şehir yeniden düzenlenmek durumunda kalmıştır.

CUMHURİYET DÖNEMİ
Eskişehir, Milli Mücadele yıllarında, uzun süre gündemde kalan bir şehir olmuştur. İstanbul'u Anadolu'ya bağlayan demiryolu üzerindeki stratejik konumu, iç çalışmalardaki rolü, Anadolu'yu istila etmiş olan Yunan Ordusu'nun Orta Anadolu'ya geçişinin eşiğini oluşturması ve yeni devletin kuruluşuna katkılarıyla önem kazanmıştır.

Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığında toplanan Sivas Kongresi'ne (4 Eylül 1919) Eskişehir'den; Siyahizade Halil İbrahim Efendi, Bayraktarzade Hüseyin Bey ve Hüsrev Sami Bey katılır.

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Eskişehir'de toplantı yapmaya karar verirler. Ancak Eskişehir-Ankara tren yolunun işletilmesinin itilaf devletlerince yasaklanmasından dolayı toplantı Ankara'da yapılır.Atatürk, ünlü Nutku'nda, Kurtuluş Savaşı sırasında Eskişehir'e 520 kişilik bir İngiliz taburuyla, 100 kişilik bir başka müfrezenin gönderildiğinden söz eder. Bu kuvvetler Eskişehir'de İstasyon çevresine yerleşirler.

15 Mayıs 1919'da İzmir'e, çıkan Yunanlılar, kısa süre içinde Menderes, Salihli, Akhisar ve Ayvalık'a kadar uzanan bir hat üzerinde ilerlediler. Yunan kuvvetleri ayrıca, İstanbul'daki İngiliz Generali Milne ve kuvvetleri tarafından desteklenmekteydi. İngiliz Generali Milne, görünüşte iki tarafa da saldırıyı yasaklamıştı. Ancak Yunanlılar, 22 Haziran 1920'de saldırıya geçerek Bursa, Uşak, Alaşehir ve Nazilli'yi aldılar.

1921 yılında Eskişehir'e 40 km uzaklıktaki İnönü'de, Birinci ve İkinci İnönü Muharebeleri yapıldı. Stratejik konumu bakımından önem taşıyan Eskişehir'in, Yunanlılar tarafından elde tutulması son derece önemliydi.. Bu yüzden Türk-Yunan Savaşlarının beş muharebesinin üçü, Birinci İnönü, İkinci İnönü ve Kütahya-Eskişehir Muharebeleri, Eskişehir 'de gerçekleşmiştir.

Eskişehir-Kütahya Savaşları sonunda Türk Ordusu Sakarya'nın doğusuna çekilir. 23 Ağustos 1921'de Yunanlılar yeniden saldırır. 30 Ağustos 1921'de ise düşman ordusu, en ağır yenilgiyi alarak geri çekilmeye başlar. 2 Eylül 1922 günü, Seyitgazi yönünden gelen Türk Süvarileri Tekkeönü'nden Eskişehir'e inerler ve düşman kuvvetlerini Eskişehir'den çıkartırlar. Cumhuriyet Dönemi'nden önce, Lozan Konferansı görüşmelerinin ilk bölümünün kesilmesinden sonra, İsmet Paşa ve heyeti, Mustafa Kemal Paşa'yla Eskişehir'de bir araya gelir. Daha sonra Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet'in ilanının ardından çıktığı yurt gezilerinde trenle Eskişehir'e gelir. Halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılanır. 6 Ağustos 1929'da yine Eskişehir'e gelen Atatürk, Eskişehir Garı'nda kendisini karşılayan Temyiz Mahkemesi üyeleri ve gazetecilerle görüşerek, demeç verir. 16 Ocak 1933'teki yurt gezisinde, Eskişehir'i gezer, lisede derslere girer ve Halkevi'nde görüşmeler yapar. 21 Haziran 1934'te, beraberinde İran Şahı Rıza Pehlevi'yle Eskişehir'e gelerek, "Atatürk Havaalanı"nı gezer ve hava manevralarını izler.

8 Haziran 1936, 6 Ocak 1937, 4 Haziran 1937 ve 20 Kasım 1937 tarihinde de trenle Eskişehir'e gelerek, garda ve şehirde görüşmeler yapar. Atatürk Eskişehir'e son olarak, 21 Ocak 1938 tarihinde gelir. Kendisini karşılayanlarla garda üç saat görüşür. Bu arada, daha önce isteği üzerine Eskişehir'e getirilmiş olan "Kalabak" suyuna, "Atatürk Suyu" adının verilmek istendiğini duyunca, şöyle der: "Tabiatın vermiş olduğu bir nimetin sahibi olmak isteği ve iddiasında hiçbir zaman olmadım."

Atatürk yurt gezilerinde İstanbul'dan sonra en çok Eskişehir'e gelmiş, her gelişinde Eskişehirliler'in sorunlarını sormuş, görüşmeler yapmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk'ün Eskişehir'e geliş tarihleri sırasıyla şöyledir.


1. 21 Haziran 1920 - 22 Haziran 1920
2. 28 Temmuz 1920
3. 27 Ağustos 1920 - 28 Ağustos 1920
4. 4 Aralık 1920 - 5 Aralık 1920
5. 11 Şubat 1921 - 13 Şubat 1921
6. 2 Mayıs 1921 -3 Mayıs 1921
7. 15 Ocak 1923
8. 19 Şubat 1923 - 20 Şubat 1923
9. 24 Mart 1924
10. 30 Ağustos 1924
11. 21 Eylül 1925
12. 5-6 Ağustos 1929
13. 20-21 Temmuz 1931
14. 16 Ocak 1933
15. 16 Nisan 1934
16. 21 Haziran 1934
17. 8 Haziran 1936
18. 6 Ocak 1937
19. 9 Ocak 1937
20. 4 Haziran 1937
21. 20 Kasım 1937
22. 20 Ocak 1938 (Kalabak s.)

Eskişehir, savaştan sonra yeniden kurulur ve savaş kalıntılarının arasından yeni bir şehir yaratılır. İşgal günlerinin ardından, ilk olarak ekonomi alanında düzenlemeler yapılır. 31 Aralık 1925 tarihinde "Zahire Borsası" ve "Eskişehir Ticaret Borsası" kurulur. 1894 yılında çalışmaya başlayan ve nitelikli işçi yetiştirilmesine ön ayak olan "Lokomotif ve Vagon Tamir Atölyesi" ve buna bağlı "Çırak Okulu" çalışmalarını sürdürür. Bunlara ek olarak 1926 yılında, "Uçak Bakım Atölyesi" kurulur. Bu kuruluşlar, Eskişehirliler'e yeni iş imkânları yaratır. Cer ve tamir atölyeleri, 1924 yılında T.C.D.D İşletmesi'ne devredilir. 1918 yılında ise "Eskişehir Çiftçi Bankası" kurulmuştur.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında endüstriye, tarıma ve doğal kaynak araştırmalarına hız verildi. Bu yıllarda un, tuğla, kiremit, kereste endüstrileriyle ilgili araştırmalara da başlandı. 1927 yılında Eskişehir'de, "Kurt Kiremit Fabrikası" ve "Arslan Kiremit Fabrikası" kuruldu. Bu iki fabrikanın başarısı bu bölgede kısa zaman içinde başka fabrikaların da açılmasını sağladı.

1927'deki ilk hamleden sonra, Eskişehir'de çanak-çömlek endüstrisi hızla gelişti. Bugün on iki modern kuruluş ve Eskişehir Ticaret Odası üyelerinin bir kısmı kiremit, tuğla ve sıcak tuğla üretimine destek vermektedirler. Türkiye'de talep edilen çanak-çömleğin büyük bir bölümü Eskişehir'den karşılanmakta ve bir kısmı da ihraç edilmektedir. Bu endüstrinin gelişimi, 1953 yılında kurulan Çimento Fabrikası'nın banka kredi desteği ile sürdürülmüştür. Bunun yanısıra 1965 yılında kurulan "Eston A.Ş.", prefabrik yapı sektöründe önemli hizmetler vermektedir. Anadolu'da yapılan porselen ve seramikler, Eskişehir'in yanısıra Bursa, Kütahya ve Bilecik'te de gelişen bir endüstri kolu olmuştur.

Eskişehir her zaman tahıl üretiminde ilk sırayı alan illerden biridir. Ekmek yapımına uygun olan ak buğday ve biracılıkta kullanılan arpa, bu yörede yetiştirilir. Ayrıca 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Rus Çarlığı'nın yıkılmasından sonra Kırım ve Orta Asya'dan gelen Tatarlar, tarım alanındaki gelişmelere büyük katkıda bulunmuşlardır. Eskişehir'de Şeker Fabrikası'nın kurulmasında önce şeker pancarı üretimi yapılmamasına rağmen, 1933 yılından itibaren şeker pancarı üretiminin sulu tarımda önemli bir yeri olmuş ve köylerin girdileri artmıştır.

1940 yılında Eskişehir, Türkiye'nin altıncı büyük ilidir. Artan nüfusla birlikte, konut yapımında büyük bir artış görülmektedir. Kent merkezi sürekli olarak kuzeye doğru genişlemektedir. Doğuda Şeker Mahallesi ve Yeni Mahalle, bu dönemde kurulmuştur. Odunpazarı ve Yukarı Mahalle, artık bir merkez olmaktan çıkmıştır. Aşağı Mahalle'de, Hamam Caddesi'nin iki yanında, Porsuk boyunca uzanan kavak ve söğüt ağaçlarının arka kısmında Bahçelievler bulunmaktadır. Bu dönemde Köprübaşı Caddesi seçkin bir yer olmuş, yeni iş yerleri açılmıştır. Kentin eğlence ve gezinti yerleri, Yalaman Adası ve Suboyu'dur.

1940'larda Eskişehir'de endüstriyel gelişmelere teknoloji de eklenmiştir.29 Ekim 1961 tarihinde. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıldönümü kutlamaları için Eskişehir'e gelmesinin planlanması üzerine, bu tarihte ilk otomobil Cumhurbaşkanı için üretildi ve sunuldu.

Önce arabanın gövdesini oluşturan parçalar, sonra gövde ve diğer bölümler, buradaki atölyelerde imal edildi. Metal levhalarla gövdesine şekil verildi. Üzerinde günlerce çalışıldı ve ortaya yepyeni bir otomobil çıktı. Bu otomobile "Devrim" adı verildi. Devrim, ilk gösteriminde (29 Ekim 1961) Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından kullanıldı.

Devrim; otomobil üretiminde ilk tecrübe, ilk adımdı. Bu, görünüşte sembolik bir işti. Ancak olanaklar dahilinde, Türkiye'nin endüstri sektöründe neler yapılabileceğinin bir göstergesi olmuştur. Bu ilk adımdan birkaç yıl sonra, "Anadol" adı verilen otomobilin üretimine başlandı.

29 Ekim 1961 tarihli gazetelerde şu başlıklar yer almaktaydı: "İlk Türk otomobili Devrim, yola çıktı ve yirmi adım sonra durdu".

Bu başlığı, ilk geziyi yapan Cumhurbaşkanı Cemal Gürselin sözleri izliyordu:

"Türk araba yapar ama, benzini koymayı unutur."

Devrim, bugün artık sessiz sedasız duruyor. Ancak Eskişehir sanayii, ilerlemesini durmadan sürdürüyor.

MİLLİ MÜCADELEDE ESKİŞEHİR
Osmanlı imparatorluğu Birinci Cihan Savaşında yenilince ihtilâf devletleriyle 30 Ekim 1918 tarihinde Mondoros mütarekesini imzaladı. Bu mütarekenin yedinci maddesine dayanan ingilizler, emniyetlerinin tehdit edildiğini ileri sürerek, diledikleri stratejik bölgeleri ve tren güzergâhlarını işgal ettiler. Tren yollarına el koydular. Haydarpaşa'dan itibaren İzmit, Eskişehir, ve Ankara istasyonlarını İngilizler idarelerine aldılar. Eskişehir'e bir takım Iskoçyalı askerleri yerleştirdiler. Ankara istasyonuna da Misler Vi-tol ve yüzbaşı Forbin kumandasında iki bölük İskoç askeri yerleştirdiler. Fransızlar da binbaşı Buazo kumandasında bir müfreze gönderdiler. Bu iki önemli şehir işgal edilmişti. Her iki vilâyetin valileri de padişahın adamları idi. 1920 yılında Ankara yirminci kolordu kumandanlığına tâyin edilen Ali Fuat Paşa (Cebesoy) derhal nizami bir alay teşkiline muvaffak oldu. Atatürk, 27 Aralık 1919 tarihinde savaştan Ankaraya geldi. Atatürk Ankara'dan Eskişehir'e giderek, İstanbul Mebusan Meclisi'ne gider, mebuslarla temas edecekti. Kendisiyle görüşen Ankara Müftüsü Rifat Börekçi, Paşaya :
"- Paşam Eskişehire gitmeyin, orada ingiliz kuvvetleri var. Belki sizi tevkif edebilirler. Biz Ankaralılar sizi bağrımıza basmaya and içdik..." Dedi. Atatürk Eskişehire gitmekten vazgeçti. Ankara'da kaldı. Heyeti temsiliye karargâhı Ankara oldu. Bu sıralarda Ingilizler 16 Mart 1920 de resmen Istanbul'u işgal ettiler. Şehzadebaşı karakolunu basıp altı askerimizi şehit, onbeş askerimizi de yaraladılar. Bu olay üzerine İngilizler bir gece gizlice Ankara'yı terk edip, Eskişehir'e çekildiler. Atatürk Türkiye Büyük Millet Meclisini açmak teşebbüsüne girişti.

Bu olaylar Ankara'da olurken. Eskişehir İngilizlerin işgalinde idi. Bu tren kavşağını ellerinde tutuyorlardı. Yirminci kolordu komutanı Ali Fuat Paşa Atatürk'ü Seymen alayı ile tezahüratla kabul edince, İstanbul hükümeti Ali Fuat Paşa'yı vazifesinden azat edip, kendisini de idama mahkûm, ettikten sonra, yerine Kiraz Hamdi Paşa'yı yirminci kolordu komutanı tayin etti. Kiraz Hamdi paşa Eskişehire geldi, ingilizlerle işbirliği etti. Sonradan Kıiraz Hamdi paça Ankarada idam edildi. Eskişehir Mutasarrıfı da Serez'i Hilmi Bey idi. Eskişehir halkı bundan nefret ediyordu. Mutasarrıf Hilmi halkın dileklerini yerine getirmiyordu. Bir Kuvayı Müliyeci gelerek tabanca ile Mutasarrıf Hilmi'yi öldürdü. Eskişehir'in içi kaynıyordu, İngilizlere mektuplar göndererek şehri terk etmeleri isteniyordu. Bir taburdan fazla İngiliz askeri ile Kıbrıslı türklerden askere alınmış Lejyon askerleri de aralarında vardı. Kemal adında birisi de tercümanlık etmekte idi.

1920 yılında Eskişehir Belediye Reisi'ni Avukat Takyeddin Beydi. Bilgili ve vatansever bir insandı. Şeyh Şunusi Eskişehir'e uğradığı zaman, bu zatın evinde kalmıştı. Muhasebeci Sabri bey ve Takyeddin beyler, Kuvayi Milliye'ye hizmet ediyorlardı. Bu hali gören Kiraz Hamdi Paşa Istanbul'a kaçtı.
Yeşil efendi Müdafaai Hukuk Cemiyetini kurdu. Eskişehirli Emim Sazak, Osman Işık beyler de bu cemiyete girdiler. Eskişehir zenginleri kese kese altınlarımı bu cemiyete senet almadan, gönül rızasiyle teslim ettiler. Bu paraları vatan kurtuluşuna terk ettiler. Bu cemiyet, kuvayi milliyeye girenlere otuzar lira verdi. Silâh ve at temim etti. Bir gün bu milis çeteler, şehirde nümayiş yaptılar. Hepsi'nin kıyafetleri pek garipti, çeşitli silâhlar ve külahlar giymişlerdi. Mahalleler arasında dolaştılar, ingilizleri tehdit, Türklerin de, maneviyatlarını yükselttiler.

Bir müddet sonra, Kafkasya'dan Kızıl Ordu'nun gelmekte olduğu haberi yayıldı. Erzurum'a geldiler, bir müddet sonra Ankara'ya geldiler, havadisi duyuldu. Nihayet bir sabah, Eskişehir sokaklarında, başlarında kalpak, üzerinde kırmızı elbiseler göğüslerinde iki sıra fişek ve ellerinde mavzer, kızıl ordu askerleri caddelerden geçtiler. Çok görünmek için, bir geçtikleri yerden, tekrar tekrar, geçtiler. Sonradan bir yoldaşlar çetesi kuruldu. Bunların parolası bir ekmeğin yarısı senin, yarını benimdi. Yunanlı'lar Miler hattını açmışlar, Balıkesir ve Bursa üzerine harekâta hazırlanmışlardı. Bunlarla, Aydın efeleri ve Salihli'de Çerkez Etem kuvvetleri çarpışıyordu.
Eskişehir'den İngilizleri atmak lâzımdı. Bu ödevi üzerine Ali Fuat paşa (Cebesoy) aldı. 24. tümenin, 189 uncu piyade alayını, bir de 24 üncü tümenin kudretli dağ taburunu alarak 1920 yılında Eskişehir'de göründü. Aynı zamanda Ankara'da efelerden bir çete de Eskişehir'e hareket etti.
Bu kuvvetler, Eskişehirin tepelerini tuttular. Ali Fuat Paşa topçu kuvvetini çok göstermek maksadıyla, soba borularını tepelere yerleştirdi. Uzaktan bütün tepelerin toplarla dolu olduğu zannedildi. Eskişehirin vatansever evlatları sevinç içinde kaldı.

Halka :
- Yeşil ordu geldi, diye bir haber yayıldı, İngilizler Yeşil Ordunun geldiğini zannettiler. Çünkü bütün tepeler topla dolmuştu. Hiç bir mukavemet göstermeden, bütün kuvvetlerini Eskişehir'den çektiler. Ertesi gün 189 uncu alay, Eskişehir'e girdi. Halk sevinç gözyaşlarıyla Millî kuvveti alkışladı. Yeni bir vali tâyin edildi. Derhal gençler Kuvayi Milliyeye girdiler.

İngilizler Eskişehir'den kaçarlarken, Geyve köprüsünü attılar. Eskişehire Yarbay Akif Bey mevki komutanı tâyin olundu.
Hacı Hüseyin bey de Emniyet müdürü oldu.

Bu sıralarda Çolak İsmail Hakkı bey Kütahya'da bir alay teşkil etti. Ayrıca teğmen Halil Nuri Yurdakul'da Eskişehir'de bir Mehter takımı kurdu. Bir müze açtı. Aynı zamanda (Azmi Millî) adlı bir müfreze meydana getirdi. Bayrağına (Müslümanlar beklediğiniz kıyamet bu günlerdir, birlesiniz kurtuluruz. 2 Temmuz 1920) yazılı idi. Gençler bu müfrezeye yazıldılar. Ayrıca Kuşcubaşı Eşref Bey de bir kuvvet kurdu.

Ali Fuat paşa (Garp cephesi) komutanı tayin olundu. Ali Fuat Paşa kuvvetleriyle Geyve boğazı tepelerini tutarak, İngiliz, Rum çeteleriyle savaşa girişti. Bu sırada Albay Mahmut beyi çerkezler Düzce'de şehit ettiler. Düşmanlara karşı hareket başlayınca, Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) Eskişehir'e gelip cepheyi inceledi. Atatürk istasyonda bulunan bir binada kaldı.

Kuvayi milliyenin en büyük kuvveti "Kuvayi Seyyare" adıyla Çerkeş Ethem'in idaresinde bulunmaktaydı. Ethem sık sık Eskişehir'e geliyordu. Ethem Düzce, Yozgat isyanlarını bastırınca şımardı. Emir dinlemez oldu. Memleketi nizami orduların değil, bir halk teşkilâtı olan Kuvayi Milliyenin kurtarabileceğime inandı. Bunu Sovyet Rusya da istiyordu. Bu emelini yerine getirmek isteyen Çerkes Ethem muharrirlerden Arif Oruc'a "Yeni Dünya" gazetesini çıkarttı. Gazetenin adı Yeni Dünya Seyyare idi. Gazete Eskişehir Tahıl pazarında Tahir Beyin matbasında basılıyordu, yazarları Celâl, Alâaddin idi. Yeşil ordu cemiyetinin organı idi. Komünizm ihtilâlini tutuyordu. Bu zamanlar Ankarada "Türkiye Komünist Partisi" ve "Halk Istirakiyyun" partileri kurulmuştu. Bir de yeşil ordu cemiyeti vardı. Yeşil ordu Kızıl Ordu'ya mukabele edemedi. Fakat Atatürk hepsini kapattı. Yeni dünya gazetesinin makineleri Ankara'ya nakledildi ve Hakimiyeti Milliye gazetesine verildi. Garp cephesi komutanlığına Albay İsmet Bey tayin edilince, Çerkeş Ethem isyan ederek, Yunanlılar tarafına geçti. Yunanlılarla, Birinci, ikinci inönü savaşları oldu. Bundan sonra Yunanlılar ordumuzu Kütahya'da bozdu. Türk orduları Sakarya hattına çekildi. Fakat Yunanlılar 1921 tarihinde Eskişehir'i işgal ettiler. Kral Kostantin Eskişehir'e geldi.

Eskişehir büyük zafere kadar işgal altında kaldı. Büyük zaferden sonra Eskişehiri yakarak kaçtılar.

Milli mücadele yıllarının bir faaliyet merkezi olan Eskişehir, milli tarihimizde yeri büyüktür. Vatani ödevini hakkıyla yerine getirmişlerdir. Şimdi gelişmiş büyük şehirlerimizden biri olmuştur.


Enver Behnan ŞAPOLYO Turizm Mecmuası
Eskişehir Özel sayısı 1967
Yıl : 10
Cilt : 10